Neyi seçersek, seçmediğimizde aklımız kalır biraz da. Bundan belki de dozu aşmış hayatlar yaşamamız ya da yaşamak arzusunu taşımamız. Geri çekiliyorum çoğu zaman, görmeye çalışıyorum kendimden başlayarak. Geri duruyorum bunca yaşanan akışkan düzeni anlamak için. Anlamak çok iddialı biliyorum, o zaman az da olsa ‘bilmek için' demeliyim. Bilmek istiyorum bunca olup biteninin ne olduğunu. Nasıl ki, sevmek için zamana ihtiyacımız var, biliyorum ‘bilmek' için de öylece zamana ihtiyacımız var. Bilim de bunu salık vermez mi bize. ‘Bilim' sadece şimdiyle açıklanamaz. Geçmişten gelen brikimle, şu an elde ettiğimizle ve kim bilir gelecekte yepyeni bilmelerle bambaşka gelişmeler yaşayacağız. Teknolojik bilmeler bunun en güzel örneği. Bugün iki yaşındaki çocukların çözdüğü akıllı telefonları geçmiş zamanda hangi bilim insanları alanlarında uğraş verdi değil mi. O zamanlar vatandaş için ‘mucize' olan uzaktaki insanlarla karşılıklı görüntülü sohbeti şimdi gruplar halinde yapıyoruz. Hiç de bir zamanlar imkansızmış gibi geldiğini düşünmeyerek.

Bunca hız çağında hazzı, coşkuyu yakalayamayacağımızı bilsek de ustaca peşindeyiz ardını dönüp bakmayan ‘coşku'nun. Bilmek kadar bildiğini yaşamak da ‘güç'tür. Hatta asıl güç bilmek değil de bildiğini bilgece üzerinde taşmaktır belki de. Bilgiye kapılıp gidiyoruz, coşkunun ne olduğunu anlamak için. Bilirsek ulaşılır zannediyoruz. Hep bu zannımızdan, yanlış sularda oluşumuz. Coşku, mutluluk değil. Haz, doyumlu bir zevk hali değil. Hayat dediğin şeyse zevkli bir yer değil. Zevkli bir yerde olmayan bizler, doymayacağımızı bile bile ‘haz' peşinde ve asla bu ‘hız'la giderken göremeyeceğimiz ‘iyi olma hali' peşindeyiz. İyi olma halini ‘abarttığımız' yaşamımızın hangi karesinde bulabiliriz ki. Öyle bir abartılmış hayatların cehennemindeyiz ki, köpürte köpürte içinde cenneti arıyoruz. Beslenmemiz; bilmem kaç vitaminli bitkilerin özünden çıkarttığımız ‘smoothie'lerimizde. Bedenimizin ihtiyacı olan suyu içmek için ‘alarm' kuran biziz, sabah işe gitmek için alarmı ertelemeden kalkamayan yine biziz. Vücudumuzun kendi hareket saatini hiçe sayıp en az on bin adım sayan biziz. Ev temizliği için oda süpürürken ‘takıntısı' her gün tavan yapan biziz, becerilerimizin eğitilmesi için kurs kurs gezen yine biziz. Yumruğumuz kadar midemizin üçte birini doyurmak için envai çeşit yemek yapıp, ‘süslemesini' eksik koymayan biziz, ev içinde dahi podyumda yürüyormuşçasına güzel görünmek için giyinen yine biziz. Entelektüel olmak için ‘illa' sanatsal filmleri izleyen biziz, ruhumuza hitap etmese de bestseller kitaplarını okuyan yine biziz. Elit arkadaşlarla üç cümle ortak konuşabilmek için tiyatrolarda oturan biziz, 'aaa izlemez olur muyum' demek için her hafta sinema izleyen yine biziz. Geri kalmayayım diye Hollywood - Bollywood filmlerini es geçmeyen kesinlikle biziz. Hiçbir şeyden eksik kalmayayım diye koştur koştur yaşadığımız hayattan bunalınca oturduğumuz psikolog koltuğunda aldığımız ‘yavaşla', ‘bekle', ‘sadeleş', ‘arın', telkinleri başa dönmekten başka ne ki. Sadeleşmek için kamplara katılıp milyon harcayanlar, bilemediler ‘teslim olmaktı' bütün mesele. Yooo bildik de, ruhumuza sindiremedik değil mi.

Hız çağında hazla huzuru yakalayamadığımızı gördüysek, biraz yavaşlayalım mı. Görülecek yerler çok gezmem, görmem, yemem, içmem lazım değil, ‘ruhum' nerde diyelim mi. İstabul'daki Kız kulesini görmeyebilirim ama evimin penceresine koyduğum saksıdaki çiçeğin büyümesini görebilirim. Güney Amerika'da bilmem hangi şelaleyi izleyemesem de, mevsiminde açmış lalelerin her renginde ayrı ayrı kaybolabilirim. Yani demem o ki, hayaliyle koşup durduğumuzun ardında ‘hunharca' koşmaktansa önümüzdeki bin bir çeşit kıymetlilerle ‘huzur' bulsak. Sakinleşsek. Sessizleşsek. Taaki içimizin ‘ezel'ine varıncaya değin.

Bilgi, bin kitap bitirenin katında değil de, teslim olmuş bir kalbin derinliklerindedir belki de.

Coşkunun aslı, hızla değil de yavaşlıkla gelen huzurdadır kim bilir.

Mutluluk, acı hissetmemek değil de, her halükarda iyi hissetme hatta sadece ‘hissetme' halindedir belki de.

Ve ‘yaşamak' dediğin illa binbir zahmetle ordan oraya savrulmak değil de razı olmak ve razı olunmak halindeki durulmaktadır belki de: Durulalım mı biraz.