Şimdi'den geleceği bilemeyiz. Bilmediğimiz için bu denli rahat yaşayabiliriz şimdileri. Gelecek olan yarınları bilebilseydik, elimiz mahkum yaşamamız gerektiği şekilde yaşıyor bulacaktık kendimizi. Bilinmezlik korkutucu olduğu kadar umut da vericidir. Araftır ama karanlık da değildir. İmkan dahilinde değildir ama imkansız da değildir. Kolay değildir ama zor da değildir. İnşallah diyerek yapacaklarımızı ‘hayırlısı olsun' diyerek uğurlama kuvvetindeysek, korkusuz bir gelecek ‘belirsizlik' tedirginliği vermez. Bizce hayırlı gözükmeyen sonuçlarla karşılaştığımızda ‘sabır' zırhını üzerimize alıp, gani gani ferahlık dilenebilirsek, hayatlarımız yönünü ‘belirsizliğe' rağmen bulabiliriz.

Yaşanılan şimdiden belirsiz bir geleceğe yol alırken, geçen gün akşam bir aile karanlıkta yaşamlarının sonuna vardılar. Altı can. Hatta yedi. Altı sayısı, canlarından daha çok zikredilse de ‘can'larının kıymeti hepimizi derinden üzdü. Yedinci can, annesinin karnında daha dünyaya merhaba demeden, altı canın yanına bir eklenip söylenilmeden anneciğiyle ‘sır oldu.' Bazı acılar, üzerimize kızgın yağ dökülüp, çığlık atmaktan başka elimizden bir şey gelmeyecek kadar acı verici. Öyle acı öyle acı ki, ‘acı' kelimesi dahi kendi anlamını ifade etmede çaresiz. Bir teselli aranır böyle hallerde. Ölüm onları ayırmadı teselli verir mi ki. En yakınlarının yanık kokusu gelen yüreklerine sormalı. Sevdalı yürekler birbirinin ardına kalmadı da, ya üç kız evladını ve doğmamış torununu kaybeden babanın yüreği nasıl teselli bulacak. Bir dokuz şubatta aşklarını ilan eden sevgililer, bir dokuz şubatta aşklarının meyveleriyle ‘kara gün'ü yaşarken beş gün sonra kutlanılacak sevgililer gününde onları tanıyan diğer sevgililer nasıl vuslatı hayal edebilecekler. İnsan, yüklenmiş geliyor bu dünyaya belli ki. Zamanı geldikçe yükünü hafifletip, sona gelince de yüklerini bırakıveriyorlar. Geriye bırakılmış yükler de kalanlara sabır zırhı giydiriyor.

Altı can ve güneşi bir kez görememiş yedincisi. Bitmiş ömürlerin ardından kalan mutlu ‘yaşanmış' ları konuşmak şu anın içinde ne kadar da gereksiz. Oysa, tutunacak da bir tek o dal var. Ya yaşanmamış olsaydı. Gün görmemiş yedinci can dahi, ne çok şey bıraktı geride ferahlık verecek yüreklere. Şimdi ölmüş olsa da, var olmuşluğuyla bir sevinç bıraktı geride kalanlara.

Az sonranın mümkün olmayacağı bir dünyada belirsizlik kimliğinde gezen geleceğin şimdiye varacağını bildiğimiz kadar, varmayabileceğini de biliyoruz değil mi. Çarpışan arabaların içinde son bulan canlar, az sonranın eminliğinde olsalardı, şimdiye güvenip yola çıkmazlardı. Bilselerdi onlar için gelecek yok, adım atmazlardı durdukları yerden. Ancak bu defa da, ‘durmuş' bir hayatın içinde ‘yaşanabilecek' bir hayata erişemezlerdi. İşte hayatlarımızı da kıymetlendiren tam da bu. Şimdinin güvenliği, geleceğin belirsizliğini yener. Bize yaşayabilme şansı verir. Geleceğin endişesiyle adım atılmayan hayat, baştan kabullenilmiş ölümdür. Bize o yüzden gelecek ‘gaip'tir. İyi ki de öyledir. Bir dolu acı da yüklenilmiş olsa, ‘insan' olmak tam da budur.

Sonu olmayan ötelerle müjdelenmiş biz insanlar, mekan değiştirirken derin bir acı yaşatsak da, iyi ki bu dünyadan geçiyoruz. Avucumuzdaki şimdinin kıymetiyle, bilinmez bir geleceğe iyi ki yol alıyoruz. Bu yolcuları, belirli bir zamana kadar bu dünyada tutan ve dilediği vakitte çeken Allah'ın elbet bir bildiği vardır. Bizim bilmezliğimizin yanında onun bilmesine sadık kalmak yüreklerimize rahmet esintisi.

Hüzün mevsimini yaşayan geride kalmışlara yüce Allah'tan gani gani sabır diliyorum. Öte aleme geçiş yapanlara da sınırsız bir rahmet duasıyla mekanlarının cennet olmasını ‘yaşatan ve öldüren' Allah'tan istiyorum.