Gece göç eden çulluklar, bir gecede 80-300 kilometre gidebiliyorlarmış. Fazlası onlar için yorgunluk sebebi. Gecenin mavisini kaybetmiş gökyüzünde süzülürken yorulurlarsa dinlenmeleri gerekiyor. İşte, yorgun düşmüş bir çulluk, Antalya'nın semalarından dinlenmek için yere indiğinde bir lambaya çarpıyor. Onu bulan kişi, merhametinden olsa gerek evine alıyor. Işık ve ses bombardımanı evde, önüne konulan yemek ve suyu reddediyor çulluk. Tam üç gün boyunca kendisine ‘ev' olsun denilen kafeste yüzünü yere eğiyor. Ve ‘ölümü' seçiyor. Halbuki, tek aradığı ‘özgürlük'. Azıcık dinlenip, tekrar kanatlansaydı vatanına doğru şimdi yaşıyor olacaktı.

Bolca vaka sayılarının tablolandığı haberlerin içinden geçti bu çulluğun da hikayesi. Beni durdurdu, yine en sevdiğimi yaptırdı; düşündürdü. Yorulmak, her canlının fıtratında var. Dinlenmek ve yol almak varken ‘özgürlüğü' elinden alınmaksa ölüm sebebi.

2020 en çok da özgürlüğü elinden alınmış hissi uyandırmadı mı bizde. Sınırlandık, zorlandık bolca da kısıtlandık. Hem öyle bir ay, iki ay, üç ay, hadi bir ay daha diye değil aylarca. Dilimizde 'olmaya devlet bir cihanda bir nefes sıhhat gibi' diye diye ‘şükürsüzlüğümüze' tevbe ettik durduk. Öyle ya en basiti nefes almaktı. Vücudun alışkanlığıydı. Ta ki, nefeslerimiz ‘topluca' sekteye uğrayana dek: Şimdi aldığı nefese teşekkür etmeyen bir kişi var mıdır aklı başında. Yazgımız ne çok benzedi birbirine. Kuralların çevrildiği bir hayatın içinde, sarılamadığımız kucaklar kaldı. Öpemediğimiz yanaklar, tutamadığımız eller. Çekirdek ailelerin dahi, dezenfekte edilmeden, mesafe koyulmadan oturamadığı koca bir yıl 2020. Ataullah İskenderi demiş ya 'Bazen bir saatlik hüzün ile senelerce alınamayacak yollar katedilir.' Kaç saat devirdik de hüznümüzle, gün yüzü gösteremedik mevsimlerimize. Her ayın mevsimi olurdu da 2020 mevsimlerini esirgedi bizden. Çocukların akşam ezanına kadar sokakta oynama serbestiyesi vardı aileleri tarafından. Gençlerin sokakta bilmem kim için serserilikleri: Yaşlıların iki lafın belini kırmak için dolanmaları:. Hepsi 2020'nin yasaklar listesinde. Günün üçer saatini serbest bırakan kısıtlama günlerinin en hüzün vereni çocukların bir daha asla gelmeyecek zamanlarını ‘yaşayamamaları' sanırım. Bir de kederin en karasını yaşayanlar; 2020'de terki diyar edenlerin yakınları olsa gerek. Ne zor, göz yaşını en sevdiklerinin ebedi istiratgah toprağına dökememeleri. Oysa, taze mezar toprağına dökülen göz yaşları aktıkça iyileşirdi yas sahibi. Burnunun direği sızladıkça, koklanılan taze mezar toprağı iyileştirirdi başındaki faniyi. 2020' de en çok ettiğim dualardan biri buydu benim. 'Rabbim, bu zamanda alma yanına sevdiklerimi.' Faniliği son bulmuş her kişi güzel bir yası hak ediyor. Uzaktan seyredilen cenaze defini, kalbe yük olsa gerek. Zaten ağırlaşmış yüreklerimize değmesin bu keder.

Gerçi insandık değil mi? Kaderin değmediği bir yer olabilir mi? Kaderimizde 2020 kederli geçse de, biz böyle böyle büyüyorduk. Avuç avuç yalnızlık yorsa da bizi, insanın ‘uyumlanma' gücüyle bir çulluğun pes etmesi yok yazgımızda. Çarpsak da bir virüs belasına, mücadele etmesini biliriz. Çok yorulduk kabul, bezdik amenna. Ancak, zelzelede toprağın altından 91 saat sonra çıkan kızımız bize öğretti ki ‘nefes alıyorsan' bir hayat boşluğu hep var. O boşlukta da umudumuz, tutunabileceğimiz eller.

Bir duruşla değil, hareketle yol alabildiğimiz hayatımızda ‘yaşamaya' karşı yüreğimizi soğutmayalım yeter. 2020'de nasibimiz evde kalarak yaşamak olsa da, tutunduğumuz umut bize fısıldıyor; nefes alıyorsanız kıymetini bilin diye. 2021 çok daha güzel gelecek diye değil kıymet verişimiz, kim bilir belki mumla arayacağız 2020'yi. Amma velakin, evde kalırken ‘kendimizle de kaldık' var sayarak içe dönüşümüzle yaşadıklarımızdan ne anlamamız gerektiğini tam olarak anladık diyerek hayatımızın gökyüzünde maviliklere süzüleceğiz. 'Yüreği soğuyanın savaşı biter' demiş ya Sezai Karakoç, soğutmayın yüreğinizi. Yorulalım ama yormayalım, zaten keyfi kaçmış dünyada yüreğimizi.