Salgının ilk dönemini tamamladığımızı, ikinci evreye geçtiğimizi 'Salgınla Mücadelede ilk dönemi tamamladık, ‘kontrollü sosyal hayat başlıyor' ifadesiyle duyurdu her gün kan çanağı gözleriyle şeffaf açıklama yapan bakan. İlk kaybımız 89 yaşındaki bir beyefendinin ölüm haberini verirken ne kadar üzüntülü olduğunu titreyen sesiyle ilan etmişti Sağlık Bakanımız Fahrettin Koca. O titreme her bir ölüm sayısını verirken de devam etti. Ölenler bir sayı değil, ‘alemdi'.

Hayat eve sığar denildi ve bizleri asıl yaşam alanlarımıza buyur ettiler. Kabullendik. Korkumuz kaygıya evrildikçe ne dedilerse yaptık. Öyle ya, bilinmeyen bir virüse yenilmek insan oluşumuzun şanına yakışmazdı. Neler diyen oldu bu süreçte. Bill Gates'in bu işte parmağı olduğu, dünyayı yöneten bir kaç ailenin eli olduğu, Dünyaya reset atıldığı, yeni ekonomi-yeni para için zemin hazırlandığı, hibrit insan (aşılarla) yaratmak istedikleri ve daha neler neler. Haklı olabilirler mi, elbette olabilirler. Öyle ya ‘Başladıkları işi bitirmeye' yemin etmiş bazı insanların çalışmaları her yüzyılın yaşam alanlarında devam etmişti. Bunları alanında hakim kişiler konuşadursun bizler evimizde kaldık. Bu süreçte hem evimizde sığınmacıydık, hem de sahibi.

Eski normal zamanlarımızda evimizin sahibiyken sığınmacı gibi yaşardık da rahatsız olmazdık. Yeni normal zamanlarımıza hazırlanırken sığındığımız evlerimizde yabancılık çektik sahibi bizken. Sosyal insanken kolaydı evde yaşamak da, sosyal izolasyon zamanlarda zor oldu bilmem kaç metre kare evlerde kalmak. Öyle ki kıskandık toplu halde gördüğümüz tavukları, kedileri, kuşları. Asıl özgür olanların doğanın gerçek sahibi olan olduğunu müşahede ettik. Zira insandan uzaklaşan bilmem kaç çeşit hayvanlar aleminden türler gördük bizim (!) zannettiğimiz yaşam alanlarına gelen. Dünyanın bir çok ülkesinden peşpeşe geldi yollara düşmüş gezgin geyikler, domuzlar, keçiler:

Yepyeni bir dünyaya geçiş yapacağımız bu günlerin bize anlattığı olmalı değil mi. Bunun düşünmek için bol bol zamanımız da oldu. Yaptığımız çeşit çeşit ekmek, kek, reçel, kurabiyeleri tüketirken ruhumuzun açlığını doyurmamış olamayız. Çalkalanan zihnin durulanmaması mümkün olmuş olamaz. Ruhumuz ayağa kalkmışken, biz oturup kalmış olamayız. Tehlike karşısında korkumuz adrenalin yaşattığı kadar, duygularımız savunma mekanizmalarının hepsini kullanmamış olamaz. Uzmanların bol bol katıldıkları canlı yayında ' Duygusal dayanıklığımızı geliştirmenin tam zamanı' diyerek binbir reçete sunarken biz bu kadar hastayken talepkar olmamış olamayız. Bu güne değin düşünürlerin, bilgelerin sorduğu; ‘varlığın anlamını', ‘içinde yaşadığımız evrenin gerçekliğini', ‘özgür irademiz var mı?', ‘ahlak nedir ?', ‘ölümden sonra yaşam gerçekten var mı?....' Bizler de işimizin adının tembellik olduğu günlerde bu soruların en az birinin kapısını çalmamış olamayız. Yok benim gailem bu mu ki diyenlere ne güzel söylemiş Sokrates: 'Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez.' Şimdi zihnimizde çıkıntı yapan ‘ amaaa insanlar o kadar ekmeğinin peşindeyken nasıl sorsun bu soruları diyenlere: Belki de bu soruları sormaya değer görmediğimizden, değeri çok peşinde koştuklarımızın. Yaşam için elzem olan paranın ve kazanılan yer olan işin ne denli sekteye uğrayabileceğini gördük aylardır. Ama bu soruların her hal ve şartta sorulması gerektiğinin ‘muhakkak' olduğunu gördük.

Soralım, hiç olmamış olmak varken neden evrenin var olduğunu ve bizim de sadece bu dünyayı ev olarak seçtiğimizi. Korkmayın, sorularınız sağlamsa cevap kendini ‘size' göre gösterir. Herkesin cevabının başka olması da, tek gerçeği sarsar mı? Öyle ya tek doğru varsa kime göre neye göre doğru?

Velhasıl, bana pek çok soru, az da olsa cevaplar düştü. En büyük kurtarıcım, rehberim Kur'an oldu. Şüphe götürmeyen cevapları, alemleri dolaşan soruların sahibi yaralılara şifa oldu eminim. Yaşadıkça yaralanacağız belli ki, şifamızı yanıbaşımızda tutalım. Sorgulayalım, yaşamaya değer bir hayat için ve inşallah cevaplar bulalım kuvvetli bir sonsuzluk için.

Yeni normalimiz hayırlı olsun: